3 Haziran 2012 Pazar

5 adet Tekel 2000 ve 1 adet John Lennon

Kimlik kartımı çıkışta görevliye teslim ettim. Sürgülü kapıyı açtım ve basamaklardan hızlıca inip, okula gitmek üzere Bağlarbaşı istikametine doğru seğirttim. Capitol alışveriş merkezine kadar hafif eğimli olan yolu katedip İlahiyat fakültesi Cami'nin köşesinden sola dönüp henüz bitirmiş olduğum peynirli açma ve kutu vişne suyundan ibaret kahvaltımın üstüne Mehmet'in Hakkari'den getirdiği tabakaya koyduğum beş adet Tekel 2000'den birini yaktım. Üzerimdeki genel can sıkıntısı bok gibi bir ifade şeklinde yüzümde belirmişti. Ortası dolu bir simit ebadındaki emektar CD çalarımı çantamdan çıkartıp Mavi Sakalın "günler" şarkısını dinleyerek rotama devam etmek üzere yürümeye devam ediyordum.

Teknik olarak kışı bitirmiş ve bahara giriş yapmıştık ancak hava geniz yakacak derecede soğuktu. Bıçak gibi keskin bir ayaz vardı ve burnum hafiften akmaya başlamıştı. Üzerimdeki beş adet cebin tamamında da yüzde yüz bir isabet oranı ile sümüklü mendil avuçlayınca yeni bir kağıt mendil edinmem gerektiği kanaatine varmış idim.

Bu esnada Çarkıfelek Pub'ın önündeki şiş suratlı ve büyük kırmızı burunlu amcayı fark ettim. Önündeki boş meyve suyu kolisinde kağıt mendil paketleri mevcuttu. Sigaramı söndürdüm, yanına gidip bir paket mendil dedim ve 1 TL uzattım. Amca parayı aldı, kağıt mendilimi verdi. Ancak hiçbir şey yapmadan ya da söylemeden elinde 1 TL ile kafasını önüne eğmiş beklemeye devam ediyordu. Üç beş saniye bekledikten sonra

- Amca bir paket mendil ne kadar? dedim.
- Eee 25 kuruş. Bir paket mendil 25 kuruş
- Tamam o zaman paramın üstünü ver de gideyim.
- Ne kadar vermiştin ki?
- E elinde ya verdiğim para
- ...
- Dayı 1 TL var ya işte elinde kör müsün?!

dedikten sonra hemen yanımızdaki iki tipin suratıma boka bakar gibi baktıklarını fark ettim ve amca kafasını yüzüme doğru kaldırınca amcanın görme engelli olduğunu sonunda anlayabildim.

-Şey, özür dilerim. İstemeden oldu valla. Dedim.
- Önemli değil.

Amca anlayışlı bir şekilde gülümseyerek önemli değil dedikten sonra kendi kendime ; "ebeni sikeyim senin ben sabırsız pezevenk!" diye söylenerek hızlı adımlarla Aslı Börek'in önünden karşıya geçtim. Otobüs durağına yönelmedim çünkü Üsküdar'a kadar yürümeye karar vermiştim.

Normalde, okulda öğle yemeğinin ardından Süleymaniye Camii'ni karşıma almış şekilde çimlere yayılmış iken içmeyi tasarladığım ikinci Tekel 2000'i zerre tereddüt etmeden yaktım ve sallana sallana yürüyüşüme devem ettim. Maçın ilk beş dakikasında üç gol yemiş ve yaşadığı şok dalgasını atlatamamış bir takımın neyi yanlış yaptığını anlamaya fırsat bile bulamamış oyuncularının sahada gezinmeleri gibi amaçsız bir şekilde yürüyordum. Sabah yataktan kalktığımda periyodik olarak yinelenen gelecek kaygısı ve yaşadığım hayata dair memnuniyetsizliğim kendimi mağdur hissetmemi meşrulaştırırken -ki zaman zaman bundan garip bir haz aldığımı bile söyleyebilirim- şimdi siktiriboktan şeyleri kendine dert edinen tatminsiz şımarık biri gibi hissediyordum. Bir birahanenin önünde mendil satan görme engelli bir adam kendisine "kör müsün?" diyen birine bile anlayışlı bir biçimde gülümseyerek cevap verirken ben ne sikime dert sahibiymiş gibi ortalarda geziniyordum ki? Daha yirmi iki yaşındaydım ve üniversiteden mezun olmama bir sene vardı.

Üsküdar'a ulaştıktan sonra Eminönü vapuruna bindim. Vapurdaki büfeden çayımı almış arka taraftaki açık kısma geçmek üzere yürürken geçen hafta Mehmet'in bahsettiği meczup amca'yı gördüm. Daha doğrusu gördüğüm amca Mehmet'in tarifine birebir uymaktaydı. Elindeki çay bardağını sıkarak kıracakmış gibi tutuyor, kafasını sağa sola hızlıca çevirerek birisini arıyormuş gibi sağa sola bakınıyor ve kafasına diktiği ancak yutmadığı için ağzından aşağı bilmem kaç aylık sakalına ve neredeyse param parça olmuş kıyafetlerine yayılan çay damlalarından hoşnut bir biçimde gülümsüyordu. Evet bu oydu. Mehmet bu sahneyi betimleyerek anlatırken de çok gülmüştüm ama şu anda kahkaha atmak üzereydim ve nitekim kendimi kontrol edemeyerek kahkahayı bastım. Kahkahamı duyan amca bana doğru yöneldi ve o da sesli bir şekilde kesik kesik gülmeye başladı. Daha sonra eli ile yaptığı evrensel "bir sigara bağlasan be hacım" işaretini mimikleri ile de destekleyerek iyice yanıma yaklaştı.

Tabakada kalan üç adet Tekel 2000 sigarasının birini amcaya verdim, birini de ağzıma koydum ve dışarıya çıktım. Hiç adetim olmadığı halde iki saat içerisinde üçüncü sigaramı içecektim. Tabakada kalan ve okuldan dönerken Eminönü- Kadıköy vapurunda içmeyi tasarladığım son Tekel 2000'e bakıp ; "Eee Mithat efendi, şimdi akşama kadar sigara içmeden mi duracaksın? Zira akşama kadar olan istihkakının köküne kibrit suyu dökmüş bulunmaktasın" dedim. Milan Kundera'nın "Gülünesi Aşklar" kitabını çantamdan çıkarıp kaldığım yerden okumaya başladım.

Sabah, herhangi bir planım olmadığı için yaşadığım gelecek kaygısı ile hepsini nerede ve ne zaman içeceğimi planlayıp tabakaya koyduğum beş adet sigaranın iki saat içerisinde neredeyse bitecek olması arasındaki korelasyonu kurabilecek, daha doğrusu bunun ne anlama geldiğini idrak edebilecek kadar olgunlaşmak için sanırım beş ya da altı yıla daha ihtiyacım vardı.

Şimdi yirmi sekiz yaşındayım ve o günü anımsayınca kendi kendime "Ne güzel demiş John Lennon"* diyorum.

*Hayat siz başka planlar yapmakla meşgulken başınıza gelenlerdir. (Life is what happens to you while you're busy making other plans)

Biterken, The Kinks -Strangers- çalmakta idi.

3 Haziran 2012 Pazar Saat 01:12

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder