29 Eylül 2017 Cuma

Paydos (Foto Öykü)

Pera müzesinden çıkmış Tünel istikametine doğru Oteller Sokak üzerinde yürürken fotoğraf makinemin ayarlarını kurcaladığım esnada bir gürültü duydum. Kafamı kaldırıp baktığımda sırtındaki çuvalla birlikte yere yığılmış yirmili yaşlarının başında bir hamal gördüm. Tam yardım etmek için hamle yapacakken karşı kaldırımın önündeki otelin görevlilerinden biri olan hamal ile yaşıt bir genç gelip hamalı yerden kaldırdı, iyi olup olmadığını sorduktan sonra mesai arkadaşlarından su ve tatlı bir şeyler getirmelerini istedi.

Sokaktaki ışık, konumum ve kompozisyon çok iyi olduğu halde elim fotoğraf makinesine gitmedi, öylece durmuş olan biteni seyrediyordum. Kara kalın kaşlarını düşürmüş, kıstığı gözlerini açmaya çalışan dudaklarının kenarı çatlamış genç hamalın yüz ifadesi böğrüme oturmuştu. Gelen suyu korka korka içip parlak ambalajlı çikolatalardan bir tanesini ağzına attı ve kafasını arkasındaki, taşıdığı çuvala dayayarak ayaklarını kaldırımdan aşağıya uzattı. Başında duran otel görevlisi kendinde olup olmadığını anlamak için alelade sorular sorarken gülümsemeyi ve ona iyi olacağını söylemeyi ihmal etmiyordu.

Aklım hamalda kalmış bir şekilde Tünel istikametine doğru yürümeye devam ettim. Sağa sola boş boş bakıyordum, yukarıya Asmalımescit tarafına saptım. Ara sokaklardan Tünel’in tam önüne varmıştım. Galata Mevlevihane’sinin önünden Galata Kulesi’ne doğru yokuş aşağı salınırken içimden hala fotoğraf çekmek gelmiyordu. Sokaktaki kalabalığa az evvel kaybettiği annesini arayan küçük bir çocuk gibi meraklı gözlerle bakıyordum.

Az evvel şahit olduğum olayın etkisinden çıkma gayreti içimdeydim. Hamal çocukla aynı takımda futbol oynadığımızı düşündüm. Sol kanatta boş pozisyonda aldığım topu önüme açıyor ve ceza sahasına sert ve falsolu bir orta kesiyordum. Rakip stoperin üzerinden yükselen hamal şık bir kafa vuruşu ile golü atıyor ve bana koşuyordu. Maç sonunda bu sefer çok koşmaktan kurumuş ve çatlamış dudaklarını elindeki enerji içeceği şişesine dayıyor ve kana kana büyük yudumlarla içiyordu.

“Nasıl attım ama tam kafana topu?!" diyordum. “Ben de güzel yapıştırdım ama kafayı!” diye gururla yanıtlıyordu.

Tam bunları tahayyül ettiğim esnada birinin bana “Fotoğrafımızı çeker misin?” diye seslendiğini duydum.Kafamı sesin geldiği tarafa çevirdiğimde tadilattaki bir dükkânın içinde oturmakta olan iki kişiyi gördüm. Dükkânın içinde sağ tarafta oturmakta olan kırklı yaşlarında, kel, tombul ve bıyıklı abi idi bana seslenen. Elinde sigarası ve yüzündeki mahcup gülümsemesi ile fotoğraflarını çekip çekemeyeceğimi sordu tekrar. Hemen yanında derme çatma alçak bir sehpanın arkasında oturmakta ve elindeki yarım ekmek arası sandviçi yemekte olan yirmili yaşlarının başında bir genç vardı. Babacan bir usta ve mahcup çırağı gibi oturmuş bana bakıyorlardı karşımda.

“Tabi çekerim!” dedikten sonra boynumdaki fotoğraf makinemi elime alıp gülümseyerek “Çekiyorum” dedikten sonra arka arkaya beş altı kez deklanşöre bastım ve fotoğraf makinamı tekrar boynuma astım. Ne diyeceğimi bilemez bir halde onlara bakıyordum ki yaşlı olan abi “Teşekkürler” dedi. Olduğum yerde üç beş saniye dikildikten sonra söyleyecek bir şey bulamadım. “Ben teşekkür ederim" dedikten sonra yokuş aşağıya yürümeye devam ettim.


Garip bir şekilde az evvel tahayyül ettiğim ortayı yapmış ve hamal çocuk da kafayı vurup gol yapmış gibi hissediyordum. Birkaç dakika evvel kafamda canlandırdığım enstantane daha gerçek geliyordu artık. Kulaklıklarımı taktıktan sonra “Depeche Mode – I feel you” şarkısını açtım.  

Şarkının girişine ıslıkla eşlik ederken kendi kendime “Ben bunu yazayım en iyisi!” dedim.  


Mithat Erdoğan 
29 Eylül 2017 Akaretler / Beşiktaş


Fotoğraf : Mithat Erdoğan


19 Eylül 2017 Salı

Yevmiye (Foto Öykü)

“Hep Gazanfer ağanın işleri bunlar!” diye söylendi kendi kendine. Dün akşam Zeyrek’ten Fatih’e bekar odasına doğru seğirtirken yolda karşılaşmışlar, “Cemil, salı sabahı yanıma uğra bir boya işi var, seni de yollayayım.” demişti. Eminönü’nde yediği balık ekmek – helva sonrası çay isteği giderek arttığı için şaklattığı damağını bir kez de keyifle şaklatmış ve “İyi lan, yarının da yevmiyesi çıktı!” diye sevinmişti.
“İşin ne olduğunu sormak adetten değildir. Yevmiyeni çıkaracaksan gider çalışırsın ama bunun da bir adabı vardır. Kilise kapısı boyamak da nerden çıktı gardaş?” diye tepki vermiş ve teklifi reddetmişti Maraşlı Musa. Cık cık'layarak uzaklaşırken kendi kendine “Müslümanız Elhamdurillah” diye söylendiğini duyabiliyorlardı. Cemil ikirciklenmişti, işin parası iyiydi ama ucunda dile düşmek, bekar evinde diğer arkadaşları tarafından ayıplanmak ya da memleketindeki anasına kadar uzanacak bir reklam olma ihtimali mevcuttu.
“Bilemiyom ki Gazanfer ağa, bir bilene mi danışsak helal mi şimdi bu yevmiye, gavurun kilisesini boyayacaz neticede!?” dedi.
“Lan oğlum, sen emeğinin garşılığını alacan, sanane boyadığın kapı kiliseninmiş, apartımanınmış, dükkanınmış’ından? Hem o gevşek Musa’ya ne bakıyon sen, on beş günde bir yüksek kaldırımdaki garılarnan halvet olup üzerine halka tatlıları çifter çifter yerken Müslümanlığı aklına gelmiyor da şimdi mi Elhamdürillah Müslüman oldu, gösteriş peşinde oğlum o dümbük!” diye sakin ve sevecen bir şekilde yanıtladı yılların ustabaşısı Gazanfer ağa.
“Girişteki demir kapıyı boyayacaz, yevmiyemizi alacaz. Bitti gitti. Ötesini berisini düşünme sen. Hem parası da diğer işlerden iyi, ben seni düşündüğümden ısrar ediyorum, yoksa Tarlabaşı'ndan iki dakikada bulurum ecnebi bir ırgat, sen bilirsin” diye de ekledi.
Cemil kenara attığı parayı düşündü, birkaç haftadır kesat olan işleri düşündü. Üstelik şeker bayramına da az kalmıştı, köye cebinde üç-beş kuruş daha fazla parayla gitse fena mı olurdu? Hem bir kere kilise kapısı boyamaktan ne zarar çıkardı ki? Kendini bile tam olarak ikna edememişti gerçi ama yine de huzursuzlana huzursuzlana “Tamam Gazanfer ağa, yaz beni, ben çalışacam” dedi.
“Yarın sabah altı gibi Unkapanı çarşısının önündeki otobüs durağına çık. Bizim İlyas alacak seni de pikaplan. Akşama kalmaz bitiririz işimizi zaten. Hadi kal sağlıcakla” diye buyurduktan sonra çayların parasını masaya bırakıp kahveden hızlıca çıktı Gazanfer ağa.
Florasan ışığın altında parlayarak iyice moraran, beş liralık banknotun bir yüzündeki Ord. Prof. Dr. Aydın Sayılı’nın suretine dalgınlıkla bakarken okunan ikindi namazını geç de olsa farkedip ayak ayak üstüne atarak oturmayı bırakmış ve taburede doğrulurken iç çekerek “Aziz Allah şefaat ya Resulallah” demişti.
Yarın bir kilisenin dış kapısının demirlerini boyayacak ve yevmiyesini alacaktı. Gerisini düşünmemeye karar verdi.


Mithat Erdoğan
18 Eylül 2017 Pazartesi
Akaretler-Beşiktaş / İSTANBUL


Fotoğraf: Mithat Erdoğan
Leica Af-C1
Fuji C200
İstiklal Caddesi - Beyoğlu





18 Eylül 2017 Pazartesi

Une femme est une femme

Çok yürüdük biz.
Çok da fotoğraf çektik.
Çok yaşa sen emi!

Mithat Erdoğan
18 Eylül 2017
Beşiktaş / İstanbul


Fotoğraf: Mithat Erdoğan
Rollei XF35 - İlford Pan 400 / Mart 2017 / Gümüşsuyu



16 Eylül 2017 Cumartesi

On Beş Eylül ( Haiku #6 )

Kıvırcık saçlı
okur-yazar kadının 
doğum günüydü.

Mithat Erdoğan 
15 Eylül 2017

Moda - Kadıköy




Fotoğraf: Mithat Erdoğan

13 Eylül 2017 Çarşamba

Uyku ( Haiku #5 )


Beş dakikanın
hesabını yaparsın
kağıt kalemsiz.


Mithat Erdoğan
13 Eylül 2017


Fotoğraf: Mithat Erdoğan