Pera müzesinden
çıkmış Tünel istikametine doğru Oteller Sokak üzerinde yürürken fotoğraf
makinemin ayarlarını kurcaladığım esnada bir gürültü duydum. Kafamı kaldırıp
baktığımda sırtındaki çuvalla birlikte yere yığılmış yirmili yaşlarının başında
bir hamal gördüm. Tam yardım etmek için hamle yapacakken karşı kaldırımın
önündeki otelin görevlilerinden biri olan hamal ile yaşıt bir genç gelip hamalı
yerden kaldırdı, iyi olup olmadığını sorduktan sonra mesai arkadaşlarından su
ve tatlı bir şeyler getirmelerini istedi.
Sokaktaki ışık,
konumum ve kompozisyon çok iyi olduğu halde elim fotoğraf makinesine gitmedi,
öylece durmuş olan biteni seyrediyordum. Kara kalın kaşlarını düşürmüş, kıstığı
gözlerini açmaya çalışan dudaklarının kenarı çatlamış genç hamalın yüz ifadesi
böğrüme oturmuştu. Gelen suyu korka korka içip parlak ambalajlı çikolatalardan
bir tanesini ağzına attı ve kafasını arkasındaki, taşıdığı çuvala dayayarak
ayaklarını kaldırımdan aşağıya uzattı. Başında duran otel görevlisi kendinde
olup olmadığını anlamak için alelade sorular sorarken gülümsemeyi ve ona iyi
olacağını söylemeyi ihmal etmiyordu.
Aklım hamalda
kalmış bir şekilde Tünel istikametine doğru yürümeye devam ettim. Sağa sola boş
boş bakıyordum, yukarıya Asmalımescit tarafına saptım. Ara sokaklardan Tünel’in
tam önüne varmıştım. Galata Mevlevihane’sinin önünden Galata Kulesi’ne doğru
yokuş aşağı salınırken içimden hala fotoğraf çekmek gelmiyordu. Sokaktaki
kalabalığa az evvel kaybettiği annesini arayan küçük bir çocuk gibi meraklı
gözlerle bakıyordum.
Az evvel şahit
olduğum olayın etkisinden çıkma gayreti içimdeydim. Hamal çocukla aynı takımda
futbol oynadığımızı düşündüm. Sol kanatta boş pozisyonda aldığım topu önüme
açıyor ve ceza sahasına sert ve falsolu bir orta kesiyordum. Rakip stoperin
üzerinden yükselen hamal şık bir kafa vuruşu ile golü atıyor ve bana koşuyordu.
Maç sonunda bu sefer çok koşmaktan kurumuş ve çatlamış dudaklarını elindeki
enerji içeceği şişesine dayıyor ve kana kana büyük yudumlarla içiyordu.
“Nasıl attım ama
tam kafana topu?!" diyordum. “Ben de güzel yapıştırdım ama kafayı!” diye
gururla yanıtlıyordu.
Tam bunları
tahayyül ettiğim esnada birinin bana “Fotoğrafımızı çeker misin?” diye
seslendiğini duydum.Kafamı sesin geldiği
tarafa çevirdiğimde tadilattaki bir dükkânın içinde oturmakta olan iki kişiyi
gördüm. Dükkânın içinde sağ tarafta oturmakta olan kırklı yaşlarında, kel,
tombul ve bıyıklı abi idi bana seslenen. Elinde sigarası ve yüzündeki mahcup gülümsemesi
ile fotoğraflarını çekip çekemeyeceğimi sordu tekrar. Hemen yanında derme çatma
alçak bir sehpanın arkasında oturmakta ve elindeki yarım ekmek arası
sandviçi yemekte olan yirmili yaşlarının başında bir genç vardı. Babacan bir usta
ve mahcup çırağı gibi oturmuş bana bakıyorlardı karşımda.
“Tabi çekerim!”
dedikten sonra boynumdaki fotoğraf makinemi elime alıp gülümseyerek “Çekiyorum”
dedikten sonra arka arkaya beş altı kez deklanşöre bastım ve fotoğraf makinamı
tekrar boynuma astım. Ne diyeceğimi bilemez bir halde onlara bakıyordum ki
yaşlı olan abi “Teşekkürler” dedi. Olduğum yerde üç beş saniye dikildikten
sonra söyleyecek bir şey bulamadım. “Ben teşekkür ederim" dedikten sonra yokuş
aşağıya yürümeye devam ettim.
Garip bir şekilde
az evvel tahayyül ettiğim ortayı yapmış ve hamal çocuk da kafayı vurup
gol yapmış gibi hissediyordum. Birkaç dakika evvel kafamda canlandırdığım enstantane daha
gerçek geliyordu artık. Kulaklıklarımı taktıktan sonra “Depeche Mode – I feel
you” şarkısını açtım.
Şarkının girişine
ıslıkla eşlik ederken kendi kendime “Ben bunu yazayım en iyisi!” dedim.
Mithat Erdoğan
29 Eylül 2017 Akaretler / Beşiktaş
Fotoğraf : Mithat Erdoğan