Yirmi dört saniyelik hücum süresi dolarken hücum eden
takımın en kötü şutörü olduğu için rakip takım tarafından kasten sıkı markaja
alınmayan oyuncunun pas verecek arkadaşlarını da müsait bulamayınca çaresizlik,
telaş ve panik içerisinde potaya gönderdiği şut misali ilerliyordum bisikletin
üzerinde bahçeden köy yoluna doğru inen yokuşu. O son sıkmanın içindeki çökelekle
yetinip efendi gibi evden çıksaydım şu anda bu durumda olmayacaktım. Ama ben ne
yaptım, sıkmanın içindeki çökelekten daha fazlasını istedim ve çökelek
miktarını artırmak ve çökelekleri tereyağı ile taçlandırmak için hazır sıkmayı
açtım, sıkmanın içindeki tüm çökeleği sofra bezine döktüm ve yeniden muntazam
mukavemete sahip bir sıkma oluşturabilmek adına sofra bezinin başında ter
içinde dakikalar geçirdim.
Bu esnada teyzem
ve annemin ahıra yöneldiklerini idrak etmemi sağlayan diyaloglarını duyunca
telaş içinde evden çıkıp merdivenlerden aşağı indim ve can havliyle ahırın
hemen yanına bıraktığım kendi bisikletimi almak yerine, eniştemin benim için
bir hayli büyük olan bisikletine atlayıp yola koyulmuş bulundum. Esas plan
annem ve teyzemin evdeki işleri bitmeden efendi gibi çıkıp, kendi bisikletime
atlayıp camiye kuran kursuna gitmekti. Yediğim boku ahıra gidip de fark
ettiklerinde ben kursta olacaktım ve ben kurstan geri dönene kadar da sinirleri
kuvvetle muhtemel geçecek, sakinleşmiş olacaklardı. Ama biraz daha fazla lezzet
peşinde koşan nefsimin ve on yaşında olmanın verdiği toyluğun kurbanı olmuştum.
Eniştemin
bisikletini panik içindeyken düzgün kullanabilmek şöyle dursun, normal
zamanlarda bile zar zor kullanabiliyordum. Şimdi evin bahçe yolunun köy yoluna uzandığı
yokuş ve engebeli yolu aşağı inerken ise resmen bir kâbus yaşıyordum. Bahçe’den
köy yoluna çıkan yokuşun sonunda bisikletin hâkimiyetini elime alıp da gidonu
sola çeviremez ya da duramazsam en iyi ihtimalle yolun kenarındaki her biri
kürdan büyüklüğünde beyaz dikenlere sahip çalılıklara yuvarlanacak ya da daha
kötüsü çalılıkların arasından geçip kanala uçacaktım.
Gidonu can
havliyle son anda hâkimiyetim altına alıp yolda tutabilmeme ben bile
şaşırmıştım. İşlerin yoluna girdiğini düşünerek ve bisiklete ivme kazandırarak
sonunda bisiklete az da olsa hükmedebiliyor oluşumun hazzını tatmaya
başlamışken o soğuk zincir şakırtısı ve patırtı ile beraber Tony’nin giderek
hızlanan ve yaklaşan ayak seslerini duydum. Bu sesler her zamanki çizgisinden
şaşmayan Tony’nin yola doğru attığı rutin deparın habercisiydi. Tony, bizim
evin yanındaki evin soluk sarı renkli, simsiyah suratlı ve nispeten ufak
sayılabilecek boyutlardaki çoban köpeğiydi. Sahibi Süleyman abi’nin tüm
telkinlerine rağmen hayvan köy yolundan gelen her sese depar atmak sureti ile
tepki veriyordu. Tek prensibi, köy yoluna çıktıktan sonra belli bir mesafeden
sonra koşmayı bırakması ve kulübesini geri dönmek için kafasını sağa sola
sallayarak havlayarak bahçeye geri dönüyor olmasıydı.
Bu huyunu
bildiğimden, Tony köy yoluna varmadan Süleyman ağabeylerin açık bahçe
kapısından yeterince uzaklaşabilirsem bu tehlikeden de sadece yaşadığım
adrenalin patlaması yanıma kar kalmış bir şekilde kurtulabileceğimin farkındaydım. İstemeye
istemeye selede oturduğum pozisyondan ayakta durarak pedal çevirdiğim pozisyona
geçiş yaptım ve pedallara var gücümle abanarak iyice hızlandım. Pedalları bu
pozisyonda dört-beş tur çevirdikten sonra arkama doğru korka korka baktım ve
Tony’yi yola çıkarken gördüm. Artık iyice hızlanmıştım ki birden Tony’nin ayak
seslerinin kesildiğini fark ettim. Bisikleti yavaşlatarak bakışlarımı tekrar arkaya
çevirince bana götünü dönmüş bir şekilde kulübesine geri dönen Tony’yi görmem
kendimi bisikletin selesine iç çekerek bırakmamı sağlamıştı.
Sakin bir şekilde
yol kenarındaki sık incir ağaçlarının arasında şimdiye dek gözüme çarpmayan bir dut
ağacı var mıdır diye sağıma soluma bakınırken bana doğru yaklaşan bir motor
sesi duydum ve uzaktan gelen motoru ve üzerindeki Ferhat dayı’yı fark ettim.
Koyu bordro üstüne metalik gri desenli eski motorunun üzerinde kafasında
kasketiyle bana doğru hızla yaklaşırken kavruk teni ve tam karşısından gelen
güneş sebebi ile metrelerce öteden parlayan bembeyaz dişleri ile hâlihazırda
yeterince sinir bozucu olması yetmezmiş gibi ilave bir gıcıklığa sahip olmuş
gülümsemesiyle bana bakıyordu. Beni eksiksiz her gördüğünde kurduğu ilk cümle
olan “Ne yaparsın be kopuk Adanalı seni!?” cümlesini gür sesi ile bana doğru
bağırdı. Ben de her zamanki; “Senden ala kopuk mu olur Ferhat
dayı?”cevabımı vermekte bir beis görmedim.
Bu sırada köy
meydanına varmıştım. Karşıma daha fazla görev bilincine sahip köpek, asabi
kazlar ve ördekler çıkmaması için ilkokul binasının hemen solundaki dar yola
sapıp nispeten daha sık ama daha tenha olan rotayı tercih ettim. Derken köyün
içindeki bilmem hangi evden yükselen inek feryatlarını ve bu feryatlara eşlik
eden "cık cık cık!" seslerini duyunca evden telaşla çıkmama sebep olan dün geceki
marifetim aklıma geldi ve annemle teyzemin ben kurstan dönene kadar sakinleşmiş
olmamaları durumunda yiyeceğim azarı tahayyül ettim.
Kuran kursunda her
gün bir dua ezberleyip onu okumamız beklenmekteydi. Yaş ortalaması sekiz ya da
dokuz olan on küsur erkek ve on küsur kız çocuk karşı karşıya oturmuş
aynı duayı sıra ile ezberden okumaya çalışıyorduk. Duayı okuyan herkesin okuma
esnasında suratlarını yere paralel konuma getirerek gözlerini yerdeki halıya yöneltip vücutlarını da ileri geri sallamaları sinirlerimi
bozuyordu. Sıra bana geldiğinde ise duayı okurken özellikle karşımdaki kızların
veya hocanın yüzüne bakmayı tercih ediyordum. Genelde de Şerife’nin yüzüne
bakıyordum. Çünkü diğer kızlar onlara baktığımı fark edince kafalarını önlerine
eğiyorlar, hoca ise bakışlarımla karşılaşınca gözlerini belerterek bakışları
ile beni azarlamaya çalışıyor ve önüne bak dercesine jest ve mimikler içerisine
girmekten kendini alamıyordu. Şerife ise ona baktığımda suratına oturan
gülümsemeyi gizlemeye çalışarak bana bakıyordu. Gözlerini kaçıran taraf olmak
istemiyordu, inat ediyordu bunu anlayabiliyordum ama ben de tüm kararlılığımla ona bakmaya devam ederek
duanın tonlamasını Meksika dalgası misali bir bağırarak bir sessiz sakin
şekilde değiştirince kendini tutamıyordu ve diğer çocukların dua okurken yaptığı
gibi bakışlarını halıya yönelterek ve kafasını ileri geri sallayarak gülmeye
başlıyordu.
Hocanın benden
hoşlanmadığının farkındaydım. Derslere en son gelen bendim. Herkes dua kitabını
yanında götürürken ben kıvırıp tespihlerin konduğu ahşap kabın arkasına
bırakıyordum. Duaları ezberlemek için sıranın bana gelmesine kadar geçen süre
yeterli oluyordu ve az evvel bahsettiğim üzere duaları okurken çoğu durumda
diğer çocuklardan farklı davranıyordum. Köyde değil şehirde büyümüştüm. Diğer
çocukların çoğu davranışlarını anlamakta güçlük çekiyordum. Zaten okuduğum
dualardan bir şey anlamıyor olmak canımı sıkıyordu. Adana’da evde Michael
Jackson’ın Bad isimli şarkısının klibine televizyonda denk geldiğimde halının
üzerinde tepinmeden evvel bile babam etrafta ise önce yanına gidip; “baba bu
şarkıda ne anlatıyor, ne diyor sözlerinde söylesene!?” diye adamın başının
etini yiyen meraklı bir velettim. Okuduğumuz dualar ise İngilizceden daha beterdi. Hiçbir şey anlamıyordum. En son kureyş
ve kafirun suresinden sonra zaten bende kayış kopmuştu. Tekerleme okur gibi okuyordum
duaları ve kurs bir an evvel bitsin diye anlamadığım o duaları umutsuzca
ediyordum yine o çocuk aklımla. Metafizik can sıkıntımı kendi silahı ile vurmayı
istemeden de olsa deneyecek kadar çaresizdim o yaz.
Hocanın kursu
bugünlük bitirmesinden hemen sonra oturduğum yerde birden kursa gelirken
bisiklete binip yolda ilerlerken yaşadığım üç ya da dört dakikanın günümün en
eğlenceli anları olduğunu fark ettim. Tabi bu hislerimde söz konusu yakalanma,
düşme, ısırılma tehlikelerini hasarsız atlatmış olmanın getirdiği iyimserliğin
de etkisi vardı. Oysa yarın yine kurs vardı, annem ve teyzemin siniri geçmemiş
olabilirdi ve Tony yedi gün yirmi dört saat yerindeydi. Bisikletime binip eve
dönerken gelirken kaçındığım rotaya doğru pedallara abanarak hızla köyün içine
girdim. Suratımda kocaman bir gülümseme, dişlerimin arasında ise hala birazcık
çökelek mevcuttu.
Mithat Erdoğan 31 Temmuz 2014
Perşembe /Adana
Biterken “Temple of the Dog – Hunger Strike” çalıyordu…