19 Haziran 2014 Perşembe

İlk Anı


Sanırım uykumdan uyandırılmıştım. Gözlerimi tam olarak açmakta zorlandığımı anımsıyorum. Yetişkinlere göre standart, o yaştaki boyuma göre yüksek olması kuvvetle muhtemel bir sandalyede oturmaya çalışıyorum. Oturmaya çalışıyorum evet çünkü tam olarak oturunca iki ayağımın da yere değmiyor oluşu beni çok tedirgin ettiği için en azından bir ayağımın yer ile temas etmesine imkân tanıyacak konumu alabilme peşindeyim. Sürekli ayak değiştiriyor, kaykılıyor ve huzursuz bir devinimin içinde beyhude kıpırdanıp duruyorum. Sağ tarafımda büyük, yuvarlak bir masa var. Masanın modeli, şu genelde bahçelere ve yazlık tesislerde kamelyaların altına konulan, üzeri mermerimsi, beyaz renkli, ince ve işlemeli dantel motiflerine sahip kıvrımlı ayakları olan cinsten. Bu tür masaları, hatta sandalyelerini yerinden oynatmak çok ciddi bir gayret gerektirir.

Masanın ve sandalyenin üzeri sıcak havadaki nem sebebiyle yapış yapış. Benim ise çok uykum var, ayılamamışım. Halsizim, keyifsizim ve en önemlisi huysuzum. Bir anda karşımdan annemin geldiğini görüyorum. Sağ elinde bir kutu var ve sol koltuk altına sıkıştırılmış bir poşet ve bu sebeple daha dar bir açıyla önünde duran sol elinde okumakta olduğu bir reçete var. İlaç içeceğimi böylece idrak etmiş oluyorum. Kafamı tekrar sağa oflayarak çevirdiğimde masanın üzerinde durmakta olan boş TAMEK şişesi gözüme çarpıyor. TAMEK meyve sularının o yıllarda kullandığı cam şişelerden. Koyu renkli hatta o kadar koyu renkli ki içindeki meyve suyunun hangi meyve aromalı olduğunu anlamanıza yardımcı olacak renk ayrımını dahi yapamazsınız. Ben de hem bu sebepten hem de şişe boş olduğu için, boş şişeyi burnuma yaklaştırıp koklamak sureti ile içinde hangi meyve suyu olduğunu anlamaya çalışıyorum. Burnuma keskin bir vişne kokusu çarpıyor. Fakat canım hiç meyve suyu istemiyor.

Derken annem karşıma oturuyor ve elindeki kutudan öksürük şurubunu çıkartıp masaya koyuyor. Sonra sağ tarafından arkasına dönüyor ve gelen garsonu görünce hareketlerindeki keskinlik ve çabukluk bir nebze azalıyor. Garson elindeki tatlı kaşığını anneme uzatıp ıslık çalarak geldiği istikametten geri dönüyor. Tatlı kaşığına dökülen öksürük şurubunun koyu kırmızılığa yakın bordoluğu bana az evvel kokladığım vişne suyunu hatırlatıyor ve ağzımdaki kekremsi ve acımtırak berbat tattan bir an evvel kurtulmak adına anneme vişne suyu istediğimi söylüyorum. Yüzümü ekşiterek ve ağlamaklı bir ses tonu ile bu isteği anneme iletiyorum çünkü talebimin geri çevrilme olasılığını bu sayede azaltabileceğim kanısındayım. Fakat annem şefkatli olduğu kadar da katı bir ses tonu ile kelimeleri tane tane vurgulayarak; “öksürük şurubundan hemen sonra yarım saat kadar başka bir şey içilmez, yoksa öksürük şurubunu boşuna içmiş olursun, ayrıca meyve suyu soğuk, boğazını daha kötü yapar” cevabını vererek isteğimi reddediyor. Fakat daha sonra dayanamayarak, yarım saat sonra odada içmem için meyve suyunu almaya kafeteryaya yöneliyor.

Bu esnada ya çok derin nefes aldığım için ya da o an kendiliğinden, çay bahçesine çok keskin bir çam ağacı kokusu yayılıyor. Çay bahçesini çevreleyen bodur çam ağaçlarına ve diplerindeki onlarca küçük, yuvarlak kozalaklara bakıyorum. Şurubun ve bu kokunun da tesiriyle uyanmışım, kendimdeyim. Annem az evvel elinde ilaç poşetleri ile geldiği yoldan bana doğru seğirtiyor ancak bu sefer meyve suyu ve pipet taşımakta olduğundan daha sempatik görünüyor. Derken hemen arkamızdan bir motor sesi duyuluyor ve kafamı çeviriyorum. Arkamda, üzerinde mavi tek parça bir işçi kıyafeti ve kafasında beyaz SEKA şapkası ile boynuna asarak taşıdığı sinek ilaçlama makinesini çalıştıran görevliyi görüyorum. Makinenin gürültüsünü artırarak tam randıman çalışmasını takiben ortalığa bembeyaz bir duman ve az evvelki çam ağacı kokusunun keskinliği ile alakası olmayan keskinlikte suni bir koku yayılıyor. Sıcak ve nemin üstüne bir de sinek ilacı dumanı yüzünden iyice yapış yapış olmamak için kalkıp bana doğru seğirtmekte olan anneme doğru yürüyorum, elimden tutuyorum ve çay bahçesinin, çıkış ve aynı zamanda giriş için kullanılan, beyaz beton yoluna yöneliyoruz.

Misafirhane binasına doğru yürürken kulağıma belli belirsiz bir su sesi geliyor ama anneme bu sesin nerden geldiğini sormuyorum. Arkama dönüp çay bahçesine baktığımda sinek ilacı dumanı yüzünden ortada bir çay bahçesi kalmadığını ve dağılan dumanla birlikte çay bahçesinin tekrar yavaş yavaş belirmeye başladığını görüyorum.


Mithat Erdoğan
Mayıs 2014 Moda-İstanbul

NOT: Anneme sorduğumda bu olayın 1989 yazında SEKA Dalaman tesislerinde yaz ortasında bronşitten muzdaripken öksürük şurubu içtiğim bir akşamüstü vuku bulduğunu öğrenmiştim. O senenin yazında SEKA’da çalışan eniştem ve teyzelerimle Silifke’den Fethiye’ye araba ile seyahat etmişiz.