Sanırım
uykumdan uyandırılmıştım. Gözlerimi tam olarak açmakta zorlandığımı
anımsıyorum. Yetişkinlere göre standart, o yaştaki boyuma göre yüksek olması
kuvvetle muhtemel bir sandalyede oturmaya çalışıyorum. Oturmaya çalışıyorum
evet çünkü tam olarak oturunca iki ayağımın da yere değmiyor oluşu beni çok
tedirgin ettiği için en azından bir ayağımın yer ile temas etmesine imkân
tanıyacak konumu alabilme peşindeyim. Sürekli ayak değiştiriyor, kaykılıyor ve
huzursuz bir devinimin içinde beyhude kıpırdanıp duruyorum. Sağ tarafımda
büyük, yuvarlak bir masa var. Masanın modeli, şu genelde bahçelere ve yazlık
tesislerde kamelyaların altına konulan, üzeri mermerimsi, beyaz renkli, ince ve
işlemeli dantel motiflerine sahip kıvrımlı ayakları olan cinsten. Bu tür
masaları, hatta sandalyelerini yerinden oynatmak çok ciddi bir gayret
gerektirir.
Masanın ve
sandalyenin üzeri sıcak havadaki nem sebebiyle yapış yapış. Benim ise çok uykum
var, ayılamamışım. Halsizim, keyifsizim ve en önemlisi huysuzum. Bir anda
karşımdan annemin geldiğini görüyorum. Sağ elinde bir kutu var ve sol koltuk
altına sıkıştırılmış bir poşet ve bu sebeple daha dar bir açıyla önünde duran
sol elinde okumakta olduğu bir reçete var. İlaç içeceğimi böylece idrak etmiş oluyorum.
Kafamı tekrar sağa oflayarak çevirdiğimde masanın üzerinde durmakta olan boş TAMEK
şişesi gözüme çarpıyor. TAMEK meyve sularının o yıllarda kullandığı cam
şişelerden. Koyu renkli hatta o kadar koyu renkli ki içindeki meyve suyunun hangi
meyve aromalı olduğunu anlamanıza yardımcı olacak renk ayrımını dahi
yapamazsınız. Ben de hem bu sebepten hem de şişe boş olduğu için, boş şişeyi
burnuma yaklaştırıp koklamak sureti ile içinde hangi meyve suyu olduğunu
anlamaya çalışıyorum. Burnuma keskin bir vişne kokusu çarpıyor. Fakat canım hiç
meyve suyu istemiyor.
Derken annem
karşıma oturuyor ve elindeki kutudan öksürük şurubunu çıkartıp masaya koyuyor.
Sonra sağ tarafından arkasına dönüyor ve gelen garsonu görünce hareketlerindeki
keskinlik ve çabukluk bir nebze azalıyor. Garson elindeki tatlı kaşığını anneme
uzatıp ıslık çalarak geldiği istikametten geri dönüyor. Tatlı kaşığına dökülen
öksürük şurubunun koyu kırmızılığa yakın bordoluğu bana az evvel kokladığım
vişne suyunu hatırlatıyor ve ağzımdaki kekremsi ve acımtırak berbat tattan bir
an evvel kurtulmak adına anneme vişne suyu istediğimi söylüyorum. Yüzümü
ekşiterek ve ağlamaklı bir ses tonu ile bu isteği anneme iletiyorum çünkü
talebimin geri çevrilme olasılığını bu sayede azaltabileceğim kanısındayım.
Fakat annem şefkatli olduğu kadar da katı bir ses tonu ile kelimeleri tane tane
vurgulayarak; “öksürük şurubundan hemen sonra yarım saat kadar başka bir şey
içilmez, yoksa öksürük şurubunu boşuna içmiş olursun, ayrıca meyve suyu soğuk,
boğazını daha kötü yapar” cevabını vererek isteğimi reddediyor. Fakat daha
sonra dayanamayarak, yarım saat sonra odada içmem için meyve suyunu almaya
kafeteryaya yöneliyor.
Bu esnada ya
çok derin nefes aldığım için ya da o an kendiliğinden, çay bahçesine çok keskin
bir çam ağacı kokusu yayılıyor. Çay bahçesini çevreleyen bodur çam ağaçlarına
ve diplerindeki onlarca küçük, yuvarlak kozalaklara bakıyorum. Şurubun ve bu
kokunun da tesiriyle uyanmışım, kendimdeyim. Annem az evvel elinde ilaç
poşetleri ile geldiği yoldan bana doğru seğirtiyor ancak bu sefer meyve suyu ve
pipet taşımakta olduğundan daha sempatik görünüyor. Derken hemen arkamızdan bir
motor sesi duyuluyor ve kafamı çeviriyorum. Arkamda, üzerinde mavi tek parça
bir işçi kıyafeti ve kafasında beyaz SEKA şapkası ile boynuna asarak taşıdığı
sinek ilaçlama makinesini çalıştıran görevliyi görüyorum. Makinenin gürültüsünü
artırarak tam randıman çalışmasını takiben ortalığa bembeyaz bir duman ve az
evvelki çam ağacı kokusunun keskinliği ile alakası olmayan keskinlikte suni bir
koku yayılıyor. Sıcak ve nemin üstüne bir de sinek ilacı dumanı yüzünden iyice
yapış yapış olmamak için kalkıp bana doğru seğirtmekte olan anneme doğru
yürüyorum, elimden tutuyorum ve çay bahçesinin, çıkış ve aynı zamanda giriş
için kullanılan, beyaz beton yoluna yöneliyoruz.
Misafirhane
binasına doğru yürürken kulağıma belli belirsiz bir su sesi geliyor ama anneme
bu sesin nerden geldiğini sormuyorum. Arkama dönüp çay bahçesine baktığımda
sinek ilacı dumanı yüzünden ortada bir çay bahçesi kalmadığını ve dağılan
dumanla birlikte çay bahçesinin tekrar yavaş yavaş belirmeye başladığını
görüyorum.
Mithat Erdoğan
Mayıs 2014 Moda-İstanbul
NOT: Anneme
sorduğumda bu olayın 1989 yazında SEKA Dalaman tesislerinde yaz ortasında
bronşitten muzdaripken öksürük şurubu içtiğim bir akşamüstü vuku bulduğunu
öğrenmiştim. O senenin yazında SEKA’da çalışan eniştem ve teyzelerimle Silifke’den
Fethiye’ye araba ile seyahat etmişiz.