19 Temmuz 2013 Cuma

Yahni

Çıkış zili çaldıktan sonra sınıftan bir arkadaşı ile kavga etmişti. Servislerin önüne yığıldığı çıkış kapısına doğru koştuğunda uzaklaşan servis araçlarının azalan egzoz seslerini duyunca eve yürüyerek gitmek durumunda kalacağını idrak etti. Bu yüzden evde fırça yiyeceğini kabullenmek ve kendini bu duruma alıştırmaya çalışmak fazla zamanını almadı. Boynunu kaşımak için elini boynuna götürürken yere düşen bir düğme sesi duydu ve eli ile yoklayınca önlüğünün yakasının düğmesinin kavga esnasında koptuğunu anlayıp bir an sinirlenir gibi oldu ama bu durum fazla uzun sürmedi. Gözünün altında da hafif bir sızı hissediyordu, kan var mı diye parmağının ucu ile yanağını aşağıdan yukarıya doğru yokladı ve kana rastlamayınca bir nebze rahatladı.
Okul kapısının yanındaki Atlas Kırtasiye’nin vitrinine doğru hipnoz olmuş gibi ilerleyerek camdaki Ninja Kaplumbağalar ve GI Joe oyuncaklarına bilmem kaçıncı kez baktı. Omuzunun sağ tarafından nerdeyse düşecek olan çantasını zıplayarak düzeltti ve Ninja Kaplumbağalar çizgi filminin İngilizce şarkısını tamamını götünden uyduran dokuz yaşında ilkokul üç öğrencisi bir erkek çocuğuna yakışacak şekilde söyleyerek eve doğru yürümeye koyuldu.
Birinci dönemin ortalarının henüz geçildiği, kışın başlamak üzere olduğunun iyiden iyiye habercisi olan güzün son günlerinin tatlı soğuk havası eşliğinde ve birazdan yağacak yağmurdan habersiz, yola Arı Sineması’nın oradan mı yoksa Pandora Sokağı’ndan mı devam etsem diye düşünerek seğirtirken, önlüğünün yakasını kopartan ve gözünün altında bir çizik oluşmasına sebebiyet veren rakibinin dudağını patlattığını ve süveterini gecelik kıvamına gelecek uzunluğa kavuşturana değin çektiğini hatırladı ve kendi kendine gülümsedi.
Yağmur yağabileceği olasılığı havanın iyice kararması ile birlikte fark edilmemesi mümkün olmayacak derecede aşikar hale gelmişti, bu yüzden daha az dolambaçlı ve dolayısıyla daha kısa olan Arı Sineması rotasını tercih etti ve Seyhan belediyesi Sanat Galeri’sine gelmeden sola, tercih ettiği rotaya saptı. Köşedeki seyyar kartpostal ve çıkartma satıcısı yağması muhtemel yağmur sebebi ile ürünlerini toparlamak ile meşgul iken kafasını sola doğru eğmek sureti ile doğru açıyı yakalayarak yeni Arnold Schwarzenegger çıkartması gelip gelmediğini biraz da laf olsun diye yaparcasına kontrol etti.
Arı Sineması’nın önünden karşıya geçerek Sun Sineması sokağına sapar sapmaz beklenen yağmur büyük damlalar şeklinde yağmaya başlamıştı. Durup, son dersten evvel çantasına teptiği kapüşonlu montunu bütün beceriksizliğine rağmen çantasından çıkarmayı başardı ve sonunda bir şekilde üzerine giyip, çantasını da sırtına değil de önüne denk gelecek şekilde ters bir şekilde taktı. Söz konusu mont lacivert renkte idi ve arkasında Wody Woodpecker’in sırıttığı ve baş parmağını kaldırmak sureti ile “her şey yolunda” işareti yaptığı bir resmi mevcut idi. Montunun arkasındaki o figüre bakınca Woody Woodpecker’i her gördüğünde nedense aklına Bugs Bunny'nin de geldiğini düşündü. Ama bu ikiliden hangisini daha antipatik bulduğuna bir türlü karar veremiyordu. Çocukluk işte…
Bir anda fena halde acıkmıştı, burnu etraftan yayılan yemek kokularına azami bir hassasiyet ile tepki veriyordu. Bu arada yağmur şiddetini iyiden iyiye artırmıştı. Bir an evvel eve varmak adına dispanseri geçer geçmez koşmaya başlamanın iyi bir fikir olacağına kanaat getirdi ama dispanser’den elli metre sonra Çifte Minare Camii’nin köşesindeki kavşaktaki trafik ışıklarına takılması ve koşusuna ara vermek mecburiyetinde kalacağı nerdeyse kesin olduğundan, kavşaktan karşıya geçer geçmez mahallenin girişinde koşmaya başlamanın daha makul olacağına karar verdi.
Bu arada Bugs Bunny’yi Woody Woodpecker’dan daha sevimsiz bulduğuna karar vermişti. Ancak Bugs Bunny’yi ne kadar uyuz ve ukala  bulsa da Bugs Bunny’ye yapılmasına tahammül edemediği bir şey vardı. En sevdiği yiyecek havuç olan bir havyanı pişirip yemek haline getirirken o yemeğin içine pişirdiği hayvanın en sevdiği yiyeceği doğramak…  Bugs Bunny’yi yemeye çalışan avcı Elmer Fudd bir bölümde tavşan yahnisinin içine havuç doğramaktan bahsediyordu. Bunu çok sapıkça bulmuştu ama bir yandan bu durumun gerçekten sapıkça olup olmadığından tam anlamıyla da emin olamıyordu.
Bu düşüncelere dalmış iken bir anda eve vardığını fark etti. Penceredeki annesine el salladı ve sırılsıklam bir şekilde eve girmek üzere normal bir basamağın iki katı yüksekliğindeki basamakları hızla çıkarak demir kapıyı itekledi ve annesine daha merhaba bile demeden;
“Anne! Tavşan yahnisine havuç doğranır mı ya? Sonuçta hayvanın en sevdiği yiyecek havuç değil mi!?” dedi.
Servisi kaçırıp eve yürüyerek gelmek zorunda kaldığını, kavga ettiğini, yakası kopmuş, kir içindeki önlüğünü, sağ gözünün altındaki çizik ve kızarıklıkları ve yağan yağmur sebebi ile sırılsıklam bir halde olduğunu çoktan unutmuştu bile…


Biterken "Noah and The Whale - Five Years Time" çalıyordu...

Mithat Erdoğan
19 Temmuz 2012 Cuma
Moda-Kadıköy / İstanbul