14 Mart 2024 Perşembe

Fetişleştirme Biçimi Olarak Sembolizm

Bir şeyin başka bir şeyi simgelemesinden hoşlanmıyorum. Bir şey ne ise onu simgelesin. Kendi kendini simgelemek diye bir tabir sanırım yoktur. Sembolizmden nefret ediyor bile olabilirim. Bana biraz sinsilik gibi geliyor. Samimiyetsiz, sentetik, içten pazarlıklı vs... Metaforik anlatımlardan da zaman zaman gerçekten çok sıkılıyorum. Samimiyetle belirtmek isterim ki bu yazıdaki her kelime gerçek anlamı ile kullanılmaktadır. Yazın alanında da var çünkü bu sembolizm denen bok. Yazdığım tüm kelimeler gerçek anlamlarında kullanılmaktadır! Örtülü bir anlatım, metaforik öğeler, ad aktarmaları filan yok, baştan söyleyeyim.

Sembolleri kullanmadan konulara ifade ve anlam kazandırmak mümkün değilmiş gibi davranmaya başladı çoğu insan. Geçen gün maalesef bir yerde okumuş bulundum ve kahroldum; Stanley Kubrick’in “The Shining” filminde en önemli sembol aynalar imiş. “REDRUM” sadece aynada yansıyınca gerçek anlamına kavuşuyormuş… Ya güzel kardeşim, bunu fark etmeden izleyince de güzel bir film zaten “The Shining”! Stanley Kubrick yaptığı işe anlam yüklemek ve derinlik katmak istemiş amenna ama her seyirci her sembolizmi anlayacak diye bir şey yok ki? Seyirciye neden fazla mesai yazıyorsunuz siz kuzum allasen?


Ya da Alejandro Jodorowsky denen şarlatanın Holy Mountain filmini ele alalım. Filmin zaten izlemesi zor bir film olarak övüldüğünü görünce kendime bu eziyeti yapmam lazım deyip izlemiştim yıllar evvel. Film üzerinize saniyede otuz mermi atma hızına sahip bir makineli tüfek gibi sembolizm atıyor. Ben koltuğun arkasına saklandım bir süre sonra daha fazla sembolizm isabet etmesin üzerime diye.


Filmde; bir ordu generalinin koparılmış testis koleksiyonunu muhafaza ettiği bir ambar var, robotik bir bebek doğuran başka bir robot var, Meksika’nın fethini yeniden canlandıran ve dans eden sürüngenler var... Dışkısından altın yapan bir adam var ya filmde! Görüntüde sembolizm kusuyor, hatta sıçıyor film resmen! Ben sembolizm seviyorum diyen herkesi bu filmi izlemeye davet ediyorum. Bakalım filmin sonunu getirebilecek misiniz?

“Guilty Pleasure” denilen ve Türkçe’ye “Mahçup Zevk” olarak çevrilebilecek ifadeyi pek sevmem. En azından sinema, edebiyat ve müzik alanında kullanılmasını gereksiz bulurum bu ifadenin. Bir sinema, edebiyat veya müzik eserinden zevk alıyorsam neden mahçup olayım yahu? Neyse, ne diyecektim ben? Hah, hatırladım. Beni en çok mutlu eden, izlemekten keyif aldığım filmlerden biri 1988 yapımı “Twins” mesela… Biri fiziksel olarak mükemmele yakın kusursuzlukta ama safdil, naif ve masum, diğeri ise fiziksel olarak mükemmellikten çok uzak, çapkın ve sahtekar ikiz erkek kardeşlerin hikayesini anlatan meşhur filmden bahsediyorum. İkizlerin birini Arnold Schwarzenegger, diğerini ise Danny De Vito canlandırmakta bu 1980ler ruhu taşıyan güzel filmde…



Şimdi bana gelip; “E Mithat bu filmde de ikizlerin farklılığında dualite sembolizmi var. Her tezin antitezi ile birlikte var olduğunu ve bunun sentezi oluşturduğunu göstermekte bize sembolik olarak bu film” gibi laflar etmeyin. Kalbinizi kırarım. Benim bu filmi sevmemin sebebi bunlar değil. Renkleri güzel, hikayesi eğlenceli ve ben bunu ilkokula giden bir çocuk olarak 1990ların başında TV’de izlediğimde sembolizmmiş, düalite imiş, tez-antitez ve sentez imiş filan sikimde değildi. Çocuktum lan çocuk. Ağzım açık izlemiş ve çok eğlenmiştim. Belli bir yaşa ve bilinç düzeyine gelene kadar, sembolizme vakıf değil iken bir şeylerden zevk almak çok daha kolay imiş ya.


Nesneleri olduğu gibi anlatmak mümkün ve elzemdir bence. Baudilare , Verlane, Valery, Rimbaud , Puşkin ve diğerleri bir bok yemiş zamanında ama neyse ki edebiyatta çok yaygınlaşmamış bu sembolizm denen illet. Bizim edebiyatımızda ise en yaygın olduğu dönem zaten Servet-i Fünun dönemi ki o dönemden de bitim kadar hoşlanmam. Servet-i Fünun da “Fenlerin Zenginliği” demekmiş bu arada. Az evvel öğrendim ben de.

Tevfik Fikret’in yazdığı Sis şiirini ele alalım mesela;

Sis

Sarmış yine âfâkını bir dûd-ı munannid,
Bir zulmet-i beyzâ ki peyâpey mütezâyid.
Tazyîkının altında silinmiş gibi eşbâh,
Bir tozlu kesâfetten ibâret bütün elvâh;
Bir tozlu ve heybetli kesâfet ki nazarlar
Dikkatle nüfûz eyleyemez gavrine, korkar!
Lâkin sana lâyık bu derin sürte-i muzlim,
Lâyık bu tesettür sana, ey sahn-ı mezâlim!

 

(Günümüz Türkçesi ile)

Sarmış ufuklarını senin gene inatçı bir duman,
beyaz bir karanlık ki, gittikçe artan
ağırlığının altında herşey silinmiş gibi,
bütün tablolar tozlu bir yoğunlukla örtülü;
tozlu ve heybetli bir yoğunluk ki, bakanlar
onun derinliğine iyice sokulamaz, korkar!
Ama bu derin karanlık örtü sana çok layık;
layık bu örtünüş sana, ey zulümler sahası!


Okudunuz mu? Ne anladınız lan dürüstçe söyleyin… Bireysel ve içe dönük bir tema işlenmiş diyebiliyorum o kadar. İçi şişmiş ve sıkılmış Tevfik Fikret’in ama bunu sadece günlüğüne yazsa da olurmuş valla kimse kusura bakmasın. Telefonda sıkıcı bir konuşma yaparken elinizin altındaki kağıt kalemle kağıdın üstüne anlamsız karalamalar çizmekten bir farkı yok şu tarz bir şiirin benim gözümde.

Sosyal medya, sosyal paylaşım platformları olmadığı için gelişen bir edebiyat bence bu. Tevfik Fikret şimdi yaşasa manyak gibi facebook postu, tivit ya da instagram storysi paylaşımı yapardı bu tarz cümleler ile gibi geliyor bana. İlgi çekmek gibi bir motivasyona sahip bir kişi bu kadar kasar çünkü zannımca.

Öte yandan, Orhan Veli’nin “Kitabe-i Seng-i Mezar” şiirini ele almak istiyorum Tevfik Fikret gibi edebiyatta sembolizmi benimsemiş şairlere antitez olarak. Şiirin ilk kıtasını paylaşıyorum;

“Hiçbir şeyden çekmedi dünyada
Nasırdan çektiği kadar;
Hatta çirkin yaratıldığından bile
O kadar müteessir değildi;
Kundurası vurmadığı zamanlarda
Anmazdı ama Allah'ın adını,
Günahkâr da sayılmazdı.

Yazık oldu Süleyman Efendi’ye.”

 

Ya da yine Orhan veli’nin “Cımbızlı Şiir” eserine göz atalım;

 

“Ne atom bombası

Ne Londra Konferansı

Bir elinde cımbız,

Bir elinde ayna;

Umurunda mı dünya!”

 


Sembolizm barındırmayan şiir ne kadar berrak ve ne kadar anlaşılır oluyor değil mi? İkisi de çok iyi edebiyatçılar olan Tevfik Fikret ve Orhan Veli Kanık’tan örnek vererek kıyas yapmak istedim adil olmak adına.

Hayat yeterince zor ve karmaşık, sembolizm denen mereti de işin içine katarak her şeyi daha zor ve karmaşık hale getirmeye gerek var mı? Ha arada sırada değişiklik olsun diye normalde yemeyeceğiniz bir yemeği yemek ya da içmeyeceğiniz bir içeceği içmek gibi değişiklik adına sembolizme yönelebilirsiniz, bunu anlarım ama sembolizmi bir  sanat eserinin, bir yapıtın ne kadar iyi olduğu konusunda bir kriter olarak ele alırsanız ben çirkinleşirim, asabileşirim ve ağzımı bozarım hatta. Lütfen bunu yapmayın. Bakın lütfen diyorum!

 

Mithat Erdoğan

Mart 2024