26 Nisan 2012 Perşembe

Arkadaşım Şeytan

Son birkaç gündür filimadamı.com'a fena sardım tekrar. Kafama göre filmden filme atlayarak gezerken bu filme denk geldim ve Atıf Yılmaz-Mazhar Alanson- Fantastik senaryo kelimelerini görünce gözlerim parladı. Bir şekilde filme hemen ulaştım ve ertesi gün izledim. 

Bir kere izlerken zerre sıkılmadım ve çok keyif aldım. Filmle ilgili yorumları okurken farkettiğim üzere çoğu insan gibi Hazzopulo geçidindeki uzun sahne özellikle çok hoşuma gitti. O geçitin bende çağrışımı üniversitedeyken okuldan çıkıp, otobüse binip TRT durağında inerek İstiklal caddesi'ne çıktığım geçit olmasının yanı sıra akabinde caddenin Tünel istikametine doğru yürüyüp cebimde yeterince param varsa Koskadan eser miktarda 100 gr lokum alıp götürdüğüm ve üstüne sigaramı yakarak sonlandırdığım Tarık Zafer Tunaya Kültür merkezi yolculuklarımdır. O yolculuğun sonunda ise çoğu zaman Tarık Zafer Tunaya'da izlediğim güzel bir film mevcut olmuş vehatta içimdeki sinefilinin temelleri o zamanlar atılmıştır. 


















Mazhar Alanson'un o sahnede icra ettiği "doldum doldum" şarkısını ise ayrıca sevmemin yanı sıra filmin ilgili sahnesinde, Şeytan rolündeki Ali Poyrazoğlu görünmeden evvel duyulan kedi miyavlaması sesi ve kucağındaki kedi de şu sıralar okumayı kafama koyduğum Mikhail Bulgakov romanı "Usta ve Margarita"ya gönderme yaptı ve suratımdaki aptal memnuniyet ifadesinin katlanarak artmasına sebebiyet verdi.

Filmi izlerken kendimle ilgili farkına vardığım başka bir husus ise filmin 80lerin sonunda çekilmiş omasından mütevellit sahip olduğu teknolojik yoksunluk ortamının beni ziyadesi ile sevindirmiş ve hoşuma gitmiş olması idi. Tamam her zaman teknoloji ile mesafeli olmuş hatta teknolojiye inceden uyuz olmuş ve ürkmüşümdür. Teknolojik gelişmenin logaritmik olarak ilerliyor oluşuna sövmüşlüğüm bile vardır, bunu yadsıyacak değilim. Ama kendimi "aha cep telefonu yok", "aha gazete binasındaki bilgisayarlar acaip eski model", "aha trafikte fazla araba yok, olanlar da manda kasa mercedesler ve murat 131ler", "aha unkapanı hala revaçta demek ki kasedin ebesini henüz s.kmemiş cd ve mp3ler" şeklindeki küçük nüanslara her tepki verişimde mal bulmuş mağribi gibi sevinmem ve tatmin olmam benim için bile kendimi daha iyi tanımam ve muhafazakarlığımın boyutlarını idrak edebilmem adına çığır açan yeni gelişmeler oldu.

Filmde içinde şeytan geçen muhtelif atasözleri üzerinden yapılan espriler, abartıya kaçmayan sade oyunculuklar, kara mizah unsurunun gayet tadında ayarlanmış dozajı, şeytana daha evvel ruhunu satanların yer aldığı portfolyoda Turgut Özal'ın da (ki dönemin başbakanıdır efendim) bulunması ve MFÖ'nün Ö'sü Özkan Uğur'un da bir zamanlar saçlı ve göbeksiz oluşunu gözlemleyebiliyor olmanız son olarak ise şeytan'ın bile kadınlar söz konusu olunca ayarsız olabilmesi ve "kadınları ben de çözemedim" demesi filme dair sevdiğim diğer detaylardı. Tek hoşuma gitmeyen şey ise sanırım şeytan'ın kahramanımıza mucizelerini sergilerken vücut bulmasını sağladığı gelinlik giymiş mankeni canlandıran Yaprak Özdemiroğlu'nun ağdalı ve aşırı teatral olmaya çalışırken zaman zaman gülünç bir hal alan oyunculuğu oldu. (ki kendisini beğenirim normalde)


plastik manken kadın: temizlik çamaşır ütü ille de yemek, bir kadın başka ne isteyebilir hayattan
fatih (kahramanımız): kusura bakmayın ama şu işin de bir ortalamasını tutturamadınız.
şeytan : sen nasıl bir kadın istediğini biliyor musun ? 

:)



biterken, 

Tom Waits -Downtown Train-

çalıyordu.