Çok garip zamanlardan geçiyoruz. Çok kötü ve çok absürt olaylara şahit oluyoruz. 31 Temmuz’da gece yarısından sonra Kayaköy’e yakın Hisarönü mahallesinde başlayan yangın sebebi ile gecenin köründe kedimizi alıp mahalleyi tahliye ettiğimizden beri her taraftan yangın haberleri gelmekte. Kontrol altına alın(a)mayan feci yangınlar…
Sosyal medyadaki
felaket senaryoları ve insanların paniğe kapılmalarına sebep olan saçma sapan
senaryolar da cabası! “Bu kadar cehalet ancak tahsille olur” lafının sahibi Sakallı
Celal’i bir kez daha haklı çıkaran paylaşımlar ve bu paylaşımları sorgulamadan, teyit
etmeden yeniden paylaşan bir sürü insan…
Devletin başındakilerin sorumluluklarını kabul etmemek için yaptıkları akıllara zarar açıklamalara öfkelensem mi gülsem mi bilemiyorum. İçimi kaplayan öfke ve umutsuzluk giderek büyüyor ama bu zihniyetten kurtulacağımız günlerin hayali ve umudu ile iyimserliğe kapılmadan da edemiyorum.
Efsane film “Esaretin
Bedeli”nde Red’in ettiği; “Umut tehlikelidir. Umut bir insanı deli edebilir. Bu
iyi değildir.” kelamına mı yoksa Dufresne’in ettiği; “Unutma Red,
umut iyi bir şeydir. Belki de en iyisi ve iyi şeyler asla ölmez…"
kelamına mı inansam bir türlü karar veremiyorum.
İşte, bu ahval ve
şerait içinde dün gece uzun bir süre uyumaya çalıştım. En sonunda buna
muvaffak olduğumda ise son zamanlarda gördüğüm en garip rüyayı gördüm. Rüyamı
özetlemem gerekirse;
Evin kapısına
vurulan şiddetli yumruklar eşliğinde uyanıyorum. “Evde kimse yok m?!” diye bağıran
tok bir adam sesi çınlıyor kulaklarımda. Gidip kapıyı açıyorum. Karşımda üzerinde
itfaiye kıyafeti olan, ellili yaşlarının ikinci yarısında, yorgunluktan dik
duramayan, suratı kırış kırış ve gözlerinde üzgün bir ifade olan bir adam var.
“Buyurun ne
vardı?” diye soruyorum.
“Bıdış isimli
kedinin sahibi siz misiniz?” diyor
“Evet benim”
“Kendisini
arkamdaki kafese koyup itfaiye müdürlüğüne götürmek durumundayım”
“Neden?”
“Geçen Cuma Ölüdeniz
Hisarönü mahallesindeki yangını çıkardığından şüpheleniyoruz””
“Siz ciddi
misiniz?” diyor ve sinirden gülüyorum.
“Çok ciddiyiz
beyefendi” diyen adamın arkasındaki kafese biraz dikkatlice bakınca içindeki, bizim evin etrafında takılan ve “Puşkul” adını koyduğumuz düz siyah sokak kedisini
fark ediyorum.
“Puşkul’un ne
işi var o kafeste?”
“İsmi Puşkul
demek. O da şüphelilerden birisi”
İçimden
itfaiye görevlisine “Abicim hadi siktir git ya! Mal mısın, geri zekâlı mısın?!”
demek geliyor ama adam gerçekten çok ciddi olduğu için çenemi tutmaya karar
veriyorum. Konuşmalarımızı duyan Seda kucağında Bıdış ile yanımıza geliyor ve;
“Ben kafesine
koyup getiriyorum şimdi memur bey. Siz aracınıza geçin biz sizi takip ederiz
itfaiye müdürlüğüne kadar. Ben oğluşumu sizin kafesinize koymam. Puşkul’un
aşıları yok, Bıdış’a hastalık bulaştırabilir” diyor.
Ben de üzerimi
değiştiriyorum ve aracımıza biniyoruz. Kayaköy ’den Fethiye’ye giden yolda
itfaiyenin kamyonetini takip ediyoruz. Aracın içindeki sessizliği bozmak için
Seda’ya;
“Ne yapacağız
şimdi?” diyorum.
“Bıdış’ı
vereceğiz, sonra olayı çözeriz.” diyor Seda.
“Nasıl
çözeceğiz?”
“Sana bir şey
söyleyeceğim ama sakın celallenme, dellenme Mithat.”
“Ne
söyleyeceksen söyle Seda neden kızayım yahu?”
“Sana bir
türlü söyleyemedim bunu. Bıdış’ı sokaktan eve aldığımız dönem aşıları ve
muayene için veterinere götürmüştük. Orada yapılan tetkikler sonucu Bıdış’a
deli raporu vermişlerdi. Bıdış’ın deli raporu var.”
“??!!”
“Dalga
geçmiyorum ya. Hatta siz konuşurken onu da yanıma aldım” dedi Seda ve raporu
bana uzattı.
Rapora baktım.
2008 tarihli idi. Bıdış’ın Seda ve ablası Melike tarafından sokaktan eve alındığı yıl
idi gerçekten. Neye şaşıracağımı şaşırmıştım. Olaylar giderek kontrolümden
çıkıyordu ve bir mantık çerçevesine oturtamıyordum.
İtfaiye
müdürlüğünün binasına varmıştık. İtfaiye memurunu takip ederek binaya girdik ve
bir kâğıda imza attıktan sonra Bıdış’ı itfaiye memuruna teslim etmek durumunda
kaldık. Seda bu esnada geri alabilmek için ne yapmamız gerektiğini sormaya ve
Bıdış’ın deli raporundan bahsetmeye başladı ama itfaiye memuru lafı Seda’nın
ağzına tıktı ve;
“Binanın
önündeki kuyruğa girmeniz gerek” dedi.
“Kuyruk mu!?”
diye yanıtladım ve pencereden dışarı bakınca binanın önündeki kuyruğu fark
ettim. Yaklaşık 50-60 kişilik uzun bir kuyruk vardı gerçekten.
Seda ile Bıdış’ın
deli raporu elimizde kuyruğa girdik. Konuşulanlara kulak kabarttıkça şoka
girmiştim. Bizim Bıdış gibi köpekleri, inekleri, keçileri, atları hatta
muhabbet kuşları yangın şüphelisi olarak göz altına alınan insanlar vardı
kuyrukta.
Sıra bize
gelince deli raporunu görevliye gösterdik ve bu sayede Bıdış’ın cezai ehliyeti olmadığı
için serbest bırakılabileceğini öğrendik. Evcil bir kedinin deli raporu olmasa
cezai ehliyeti olabileceğinin yasal dayanağı nedir diye sorduğumda görevli; Resmî
Gazete’de dün yayınlanan bir cumhurbaşkanlığı kararı ile yangın çıkan
bölgelerdeki evcil hayvanların olağan şüpheli olarak göz altına alınıp sorgulanabilmelerine
olanak sağlandığını ve bunun yasal zemininin oluşturulduğunu söyledi.
Belediye başkanlarına
sorumluluk atmak yetmemiş olacak ki evcil hayvanları da sorumlu ilan etmeye
karar vermişlerdi yani. Hatta iktidar partisinin sözcüsü dün gece biz uyurken TV’de
çıkıp;
“Yangınlardan
zarar gören vahşi hayvanları göz önünde bulundurunca, vahşi hayvanlar kadar
özgür olmayan evcil hayvanların haset ve kıskançlıklarına yenik düşerek bu yangında parmakları olabileceği ihtimalini göz
ardı edemezdik ve cumhurbaşkanımızın da talimatı ile gerekeni yapmaya karar
verdik”
şeklinde
açıklama yapmış.
Nutkum tutulmuştu,
hatta başım dönmeye ve midem bulanmaya başlamıştı. Bu esnada;
“E biz bu
siyah kediyi ne yapacağız?” diyen memurun bağırması ile kendime geldim.
“Valla onun deli
raporu yok elimizde” dedim.
“Amirim bu
kedi nolacak? Evcil de değilmiş, bahçede besledikleri bir kedi imiş” diye
amirine seslendi.
“Ver onu da götürsünler
o zaman. Mevzuata aykırı olarak burada tutamayız. Evcil hayvan değilmiş” diye
yanıtladı amir.
Amirin mevzuat
konusundaki hassasiyeti gözlerimi yaşartmıştı. Bıdış Seda’nın kucağında Puşkul
ise Bıdış’ın kafesinde eve dönerken kimsenin ağzını bıçak açmıyordu. Bıdış ve
Puşkul mahcup gözlerle yere bakıyorlardı. Seda ise Bıdış’ın kafasını seviyordu.
Düşünceli bakışları sabit bir noktaya kitlenmişti, dalmıştı. Otomobildeki
sessizliğe bozmak için;
“Lan Puşkul!
Hadi bizim Bıdış raporlu deli, lan oğlum sen neden uyuyorsun bu deli pezevenge?
Orman yakmak ne oğlum? Çükünüzü keseyim mi lan ikinizin de!”
diye bağırdım.
Bu noktadan sonra
uyandım ve yatakta tek başıma olduğumu fark ettim. Seda işe gitmişti. Ter
içinde idim. Duşa girmeden evvel Bıdış’a baktım. Salon penceresinin önündeki
sehpaya serdiğimiz minderin üzerinde patilerinin dördü de havaya bakacak
şekilde sırt üstü yatmış horlayarak uyuyordu. “Tipini siktiğimin delisi!” dedim
ve göbeğini okşadım. Duştan çıktıktan
sonra da bu rüyayı kaleme almam gerektiğine karar verdim.
Mithat Erdoğan
5 Ağustos 2021
Kayaköy – Fethiye
/ Muğla
Bıdış & Puşkul |
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder